Kendimize dönüp gayet makul bir soru soralım.
Yaşadığım bu süre zarfında, kendim için ne yaptım?
Gelecek cevaplar gayet açık olacaktır.
Ailemin saygınlığı için ağır başlı bir insan oldum, çevremin bana saygı duyması için üniversite okudum, başkalarının ağzından düşmemek için güzel fiyatlı bir işe girdim, sevgilim beğensin diye pahalı bir kıyafet aldım vs.vs.
Peki kendim için ne yaptım?
…
(Dün kendime tatil verdim ve akşama kadar yattım…)
Peki,
Neden başkaları için yaşarız?
Biz buna 3. göz üzerinden yaşamak diyoruz. Aslında yaptığımız çoğu davranış ve eylem diğerlerinin gözüyle görülmesi gerektiren şeylerdir.
Yaşlı bir adama yardım ederiz, fakat yardıma giderken davranışlarımız değişir ruh halimiz değişir.
Neden?
Çünkü diğer insanlar beni görüyor. Benim çok iyi bir insan olduğumu düşünmeli. Bu kendimi iyi hissetmeme yol açıyor.
Aslında bir bakıma hayatlarımızı birbirimize bağlıyoruz !
Küçükken ailemizin uslu çocuğunu oynamak, okuduğumuz lisede en popüler gencini oynamak, çalıştığımız kurumlar da en gözde eleman olmak vs.
Aslında bu bireyler arasında ki bağlılık doğumumuzla birlikte gelir.
Anne-Baba Dünya’ya iyi bir çocuk getirmek ister!
Doğal olarak, “sen”(bunu yapmalısın, şunu yapmamalısın, bu kıyafeti giymelisin ama şundan uzak durmalısın)
Hal durum bu iken, seçim şansları elimizden doğduğumuz andan itibaren alınmışken nasıl olur da başkaları için yaşamaktan uzak durabiliriz.
İşin en traji komik tarafı ise, başkalarına yapılan davranışları bir savunma aracı olarak kullanmamızdır.
“Senin için neler yaptım ben!”
Aslında bu bir psikolojik baskıdır.
Bu sözün asıl açılımı şudur. “Kardeşim sırf senin gözüne girmek için aslında yapmayacağım şeyleri yaptım ben. Fedakârlıklar verdim, aslında bunu yapmazdım ama bir çıkarım vardı yaptım. Bunlara rağmen sen bana nasıl böyle yapabiliyorsun”
Hayatımızı başkalarının hayatına bu kadar çok bağlamışken, nasıl olur da başkaları olmadan mutlu olabiliriz?
Klasik bir yalan “Kardeşim ben yalnız kalınca mutluyum”
Hayır, aslında yalnız kalınca mutlu değiliz! Sadece toplumun baskısından kurtulma mücadelesini vermenin verdiği bir potansiyel enerjidir ve bu enerji kendimiz için bir şeyler yaptığımızı varsaydırır.
Ne kadar inkâr etsek de, bizler aslında belirli bir programa dahil olmuş robot misaliyiz.
Peki bu duruma isyan etmek nasıl olurdu ?
Tabi ki de “Dışlanmak”
Dışlanmamak için, kendimizi kanıtlamamız lazım. Kendimizi sevdirmemiz lazım.
Bunları yapmak için kendi karakterimizden ödün vermemiz gereken durumlar bile olabilir. Aslında hiç yapmayacağımız bir şeyi yapmak gibi…
Yaptığınız her eylemde, aslında “kim” için davranışa geçtiğinizi düşünün.
Bu konu ile ilgili güzel bir söz biliyorum;
Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır. Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün de anımsamaktır yalnızca. Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.
Fernando Pessoa , Huzursuzluğun kitabı
“İnsan kendisi için bir şeyler yapmalı. Kendisi olmalı, kendi hayatını kendi belirlemeli. Yokluğu rol etmek aslında hiç var olmamak gibidir. Ne iyi bir çocuk, ne iyi bir evlat, ne iyi bir birey!”
Kim koydu bu kuralları ?
Bu blog konusunu hiçbir şekilde psikolojik açıdan incelemeyeceğim.
Bugün farklılık yapmak istedim ve normal “dar kalıp” ve at gözlüğü ile değerlendirmek istedim.
Çünkü böyle istedim.
Çünkü böyle yaparsam mutlu olacağımı hissettim.
Şuanda odam dağınık, beni arayan kişilerin telefonlarını cevaplamıyorum, bütün gün boyunca bilgisayar başında vakit geçirdim.
Çünkü başkası gibi olmak sıktı.
Çünkü başkası gibi olmak sıktı.
ÇÜNKÜ KENDİM OLMAK İSTEDİM.
İlk Yorumu Siz Yapın